
“LOST” 6. sezonuna bir başladı, pir başladı; açılış sahnesinden mi bahsedelim, flashback ve flashforward’lardan sonra yeni keşfettiğimiz hikayeye mi değinelim, yoksa ilk bölümden yavaş yavaş verilmeye başlanan cevaplara mı bakalım… Gelin isterseniz hepsini şöyle kısaca bir gözden geçirelim, yeni bölüm beraberinde ne cevaplar getirmiş, ne sorular sormuş, onları inceleyelim…
İlk bölüm, bombanın patlamasının ardından 815 sefer sayılı uçakta başladı. Jack’in tuhaf durumu ve bakışları izleyenlerde “Acaba olan biteni biliyor mu bilmiyor mu?” sorusunu ortaya çıkardı… Gerçekten Jack, adada geçen onca zamanı biliyor muydu? Bu izlediğimiz eğer ki bir ‘paralel evren’ ise adadaki zamandan önce mi yoksa sonrası mıydı? Evet, bu soru açılış sahnesinin yönelttiği sorulardan sadece biriydi.
6×01′in açılış sahnesi fark ettiğimiz üzere 1. sezon pilot bölümüne bir göndermeydi, tabii bazı farklarla; pilot bölümünde sakin olan Jack, tedirgin olan Rose’du, 6. sezon prömiyerinde ise rahat olan Rose, onun sakinleştirdiği ise Jack oldu. Ayrıca gözümüze ilk takılan ayrıntı da hiç kuşkusuz hostes Cindy’nin Jack’e pilot bölümdeki gibi iki değil bir şişe içki vermesiydi. Bunun ardından Jack bir tuvalet arasından sonra kendi oturduğu sırada Desmond’la karşılaştı. İkili arasındaki “Seni tanıyor muyum?” muhabbeti yine akıllarda “Acaba birbirlerini adadan veya bir yerden hatırlıyorlar mı?” sorusunu gündeme getirdi. Jack’in öteki yolcularla yaptığı bu bilinçsiz muhabbetler bütün bölüme yayıldı.
Sezon prömiyerinin en bomba sahnelerinden biri de hiç kuşkusuz, 1. bölümün teaser sahnesinin bitimi olan, denizin dibinde gördüğümüz ada ve dört parmaklı heykel oldu. Bu görüntü elbette 6. sezonun ana konularından biri olacak. Acaba hidrojen bombası gerçekten patladı mı? Adayı suların altına gömen bu patlama mıydı? Ya da ada hiç keşfedilmedi mi? Ada, Atlantis gibi keşfedilmeyi bekleyen/beklemiş bir yer mi?
Prömiyerin iki bölümü boyunca 815 uçağında karakerlerin sanki ilk defa karşılaşıyormuş gibi muhabbetleri sürerken, adada bilinmezler ortaya çıktı: 1977′deki kazazedeler, bombanın patlamasıyla ve bölüm sonunda öğrendiğimiz kadarıyla 2007′deki zamana dönmüşlerdi. Ancak tuhaflıklardan biri, Kuğu ambarı alanı, Desmond’ın güvenlik anahtarını çevirdikten sonraki halini gösteriyordu, yani bir bakıma hidrojen bombası etkili olmamış gibi bir anlam taşıyordu, bu da tabii Sawyer’ı çileden çıkardı çünkü Jack’in plânı hiçbir işe yaramamıştı. Aynı anda minibüsün civarında Sayid hayata veda etmekteyken Hurley onun yanında bekliyordu. Gizemli bir şekilde Jacob onun yanına geldi, kendisinin ‘eski bir arkadaşı’ tarafından öldürüldüğünü söyleyerek Hurley’e Sayid’i Tapınak’a götürmesini, bunu Jin’in bildiğini, gitar kutusunu da yanında götürmesini tembih etti.
Ancak Sayid’i Tapınak’a götürmeden önce, Juliet’in kurtarılması gerekiyordu çünkü ambar enkazının dibinden sesi duyuldu. Sawyer, ekibin de yardımıyla Juliet’i oradan çıkardı, fakat Juliet son lafını söyleyemeden oracıkta öldü. Sawyer bunun için iki bölüm boyunca Jack’i suçladı. Jack’in derbeder hali de iki bölüm boyunca adadaki herkesin dikkatini çekti. 1. sezonun yenilmez, yıkılmaz, her dediği doğru çıkan lideri en sonunda neredeyse iki kişinin ölümüne yol açmıştı: Sayid ve Juliet.
Sawyer tapınağa gitmeyi reddetti, Juliet’in ölümüyle baya sarsılmıştı. Ancak Miles’ı yanında tuttu, çünkü Juliet’in son söyleyeceği şeyi öğrenmesi gerekiyordu. Miles’ın da yardımıyla Juliet’in son mesajı ortaya çıktı: “Bomba işe yaradı.” Tabii mesaj bundan daha kısa, “İşe yaradı” şeklindeydi, ancak bunun bomba için olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Peki Juliet öldükten sonra nereye gitti? Bombanın işlediğini nasıl ve nereden bildi?
Tapınağa gittiklerinde onları tapınağın yerlileri pek de hoş olmayan biçimde karşılayıp liderleri Dogen’ın huzuruna çıkardı. Dogen yanındaki yardımcısı sayesinde Jack ve tayfasıyla orada ne yaptıklarını sordu. Hurley Jacob’dan gelen mesajı iletti ve gitar kutusunu açmalarını söyledi. Kutudan Ankh sembolü çıktı. Bunu gören Dogen, sembolü kırarak içindeki kağıt parçasını ortaya çıkardı ve içindeki isimleri, Jack ve ekibiyle doğruladı; listede Jack’in, Kate’in, Hurley’nin, Jin’in, Sayid’in isimleri aynen yazıyordu. Hurley bunca yolculuğun bedeli olarak kağıdın önemini sorguladı ve gerçek ortaya çıktı: Bu listedeki isimlerden herhangi birinin başına bir şey gelmesi, tapınak yerlilerinin başlarının belada olduğu anlamına geliyordu. Yerliler Sayid’i apar topar “kaynak” adı verilen tapınağın içindeki bir havuza getirdiler. Havuzun kirli olması, Dogen ve yardımcısının dikkatini çeken bir detaydı, ancak onlar yine de Sayid’i iyileştirmek için onu havuzun içine sokup boğar gibi bir süre beklettiler. Kum saati kurarak bekledikten sonra Sayid’i havuzdan çıkardılar ve kötü haber geldi: Sayid ölmüştü. Jack tamamen çaresiz bir haldeydi.
Adanın öteki tarafında ise John Locke Ben’den tuhaf isteklerde bulunuyordu, bunlardan biri de Richard’la görüşmekti. Ancak Ben, heykelin dışarısında Richard’la karşılaşıp onun tarafından John Locke’un gerçeğiyle yüzleştirildiğinde korkuya kapıldı. Bram’in bekleyecek vakti yoktu ve Ben’i de yanına alarak iki adamıyla birlikte heykelin içine girdi. Sahte Locke onlara Jacob’ın öldüğünü ve bu adada daha fazla bir işlerinin kalmadığını söyledi, ardından Bram’in kurşunlarına maruz kaldı – tabii etkilenmedi. Bu andan sonra John Locke’un Kara Duman olduğu ortaya çıktı ve Bram’le adamlarını öldürdü.
Ben, Locke’un Kara Duman olduğu gerçeğini hazmedemiyordu, bu sebeple Kara Duman’a sorması gereken sorular vardı. Kara Duman, Locke’u neden seçtiğini anlattı: Locke zayıf, ada dışındaki hayatında hep emirler alan ve bundan bıkmış, kaderini kaybetmiş biriydi. Ben onu 5. sezonda öldürdükten sonra bile Locke’un aklından geçen tek şey “Hiçbir şey anlamıyorum” olmuştu. John Locke adaya düştükten sonra kaderinin burası olduğunu anlayıp dış dünyaya gitmek istemiyordu, ki bu konuda Kara Duman’la aralarındaki fark ortaya çıktı… Kara Duman “evine dönmek istiyordu”! En sonunda Ben ve Locke heykelden çıktılar, Richard’ın talimatıyla Locke’a hiç ateş edilmedi ve Locke, Richard’a “Sonunda zincirlerinden kurtulmuşsun” diyerek saldırıp onu yere serdi ve etraftaki Ajira yolcularına dönerek “Hepiniz beni hayal kırıklığına uğrattınız” dedi, ardından Richard’ı da yanına alarak oradan uzaklaştı.
Tapınakta Hurley, Dogen’a Jacob’ın öldüğü bilgisini verdi, bunu öğrenen Dogen emri verdi ve, aralarında 815 uçağından Cindy’nin de yer aldığı tapınak yerlileri tapınağın etrafında önlemler almaya başladılar, buna Kara Duman’ı uzaklaştıran siyah toz da dahildi. Sayid ölü bir halde havuzun kenarında yatarken hayata döndü ve havuzun işlediği ortaya çıktı. Tapınak yerlilerinin ise tek bir istediği vardı; Kara Duman’ı tapınağa sokmamak.
Alt zamanda, Jack’in babasının cesedi tabutta değildi ve uçak yetkilileri nerede olduğunu bilmiyorlardı. Kate polis Edward’ın mahkûmu olarak rahat duramadı ve yine kaçmayı başardı, Claire’in içinde bulunduğu taksiyi kaçırdı. Havaalanında karakterler yine bir şekilde birbirleriyle karşılaştılar. Bunların arasında en önemlisi ise Jack ve Locke’unki oldu: ikisi de kayıp eşyalar bölümündelerdi ve Locke’un sakat hali Jack’in dikkatini çekti. Locke her ne kadar durumunun geri döndürülemez olduğunu söylese de, Jack “Hiçbir şey geri döndürülemez değildir” diyerek ona kartvizitini verdi… Jack, Locke’u ameliyat edecekti.
Jack’in, dizinin son sezon sloganı sayılabilecek lafıyla birlikte şöyle bir ihtimal ortaya çıktı: Acaba adada olanlar, karakterlerin bunca sezondur yaşadıkları geri döndürülebilir mi? Eğer öyleyse, bunu yaptıklarında adadaki hallerine nasıl yansıyacak? Ya da alt zamanla adadaki yaşam birbirlerine ne açıdan bağlı? Bomba patladıktan sonra bir paralel evren mi oluştu ve buradaki amaçla, adadaki 2007 yılına geçen karakterlerin esas amaçları ne? Jack, Kate, Locke, Sawyer, Hurley, Jin, Sayid ve belki de diğerleri, bu adaya neden gelmişlerdi? Jacob neden onları seçmişti?
Sizin de gözünüze bölümle ilgili takılan ayrıntılar varsa, veya kendi teorinizin doğrulanmaya başladığını düşünüyorsanız, yorumlarda belirtmekten çekinmeyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder